İnsan, çoğu zaman sınırlarını başkalarının tutumlarında arar. Oysa sınır sandığımız şeylerin büyük bir kısmı, içimizde sessizce durur.
Herkes kalbi kadar sevebilir. Sevgi, öğretilen değil; taşınabilen bir hâlidir. Kalbin kapasitesi neyse, sevgi de oraya kadar yayılır. Fazlası zorlanır, eksileni hissedilir.
İnsan baktığı kadarını görebilir. Aynı manzaraya bakan iki kişi, bambaşka hikâyeler anlatır. Biri sadece yüzeyi seyreder, diğeri derinliği fark eder. Görmek, gözle değil; dikkatle mümkündür. Dikkat yoksa, gerçek de görünmez olur çoğu zaman.
Ve tabiki sorduğu kadarına cevap alır. Doğru sorular sormadan, doğru yanıtlar beklemek bir tür aceleciliktir. Hayat, merak edenle konuşur. Yüzeysel sorulara yüzeysel cevaplar verir; derin sorulara ise bazen sessizlikle, bazen uzun bir yolculukla karşılık verir.
Nasıl ki doyacağın kadarını yiyebiliyorsan, insan, hayattan da doyacağı kadarını alır. Bunun masadaki yemekle alakası yoktur. Açgözlülük çoğu zaman tatminsizlik doğurur; ölçü ise huzuru. Fazla olan, her zaman iyi gelmez.
İnsan gücü kadar sarılabilir. Sarılmak, sadece kolların mesafesi değil; yüreğin cesaretidir. Bazıları dokunur ama ulaşamaz. Bazıları sessizce sarılır ve iyileştirir. Gücün yetmediği yerde samimiyet eksik kalır.
Belki de mesele, daha fazlasını istemek değil; sahip olduğumuz kapasitenin farkına varmaktır. Kalbimizi büyütmeden sevgiden, bakışımızı derinleştirmeden gerçekten görmekten, sorularımızı çoğaltmadan anlamdan söz etmek zor.
Çünkü hayat, kimseye olduğundan fazlasını vermez.
Ama herkes, hazır olduğu kadarını mutlaka alır hayattan.
lizaçakır