Bazı anlar vardır…
Sözler, gözlerden daha keskin bir neşter gibi iner. Bir bakarsınız, beklemediğiniz bir yerden düşer bir cümle de en savunmasız yerinden saplanır yeniden… Hissedersin de kan akmaz artık saplandığı yerinden neşter çelikten madem der ben de anlamadım mı senin derdinden?…
O an fark edersiniz: insanın kalbi de olmadı mı çelikten…
Çocukken, düşüp dizimiz kanadığında hemen iyileşirdi yaramız da. büyüyünce, düşüşler daha sessiz, yaralar daha görünmez olmadı mı?Bir söz, bir bakış, bir ihmal…
Dizdeki yara kabuk bağlar da, kalpteki kolay kolay iyileşmez denirdi de neden demediniz madem izin verdin o neştere o da dönüşmedi mi çelikten bir kalbe…
Peki ya siz?
Hiç, “bu kadar kolay mı?” deyip de, yine aynı yerden yaralanmadınız mı?” Hiç, “Artık daha güçlüyüm” diye kendinizi kandırıp, tek bir kelimede darmadağın olmadınız mı?
İşte o zaman sorarım size: Sizin de çelik olmadı mı kalbiniz?
Belki de mesele çelikten bir kalp sahibi olmak değil de, o kalbi çelikten bir kafese hapsetmekte bunun yolu… YADA en büyük güç, kırılmaya rağmen yeniden sevebilmekte?
kalbinizi saklamadan, “Evet, ben buradayım” diyebilmek mi cesaret; kökleri toprağa, dalları göğe uzanan bir ağaç gibi sağlam durabilmekte mi maharet?
sadece sordum öylece BEN Bilemedim de … 😉
lizaçakır
